26 Mayıs 2010 Çarşamba


"Gözlerim, gözlerim benim
Denizi ilk defa gören bir çocuğun
Birdenbire yaşlanması neyse."

22 Mayıs 2010 Cumartesi

canım birtanem

hâlâ ne zaman seni sevsem,
dizlerimin bağı çözülür..

anladım ki sevmek, sevdiğini bir beyaz güvercin gibi avuçlarına alıp okşamak ve yüreğine bastırıp korumaktır; ama sevdiğini daha güzel ufuklar bekliyorsa onu salıvermektir. Onun, uçsuz bucaksız gökyüzünde kanat çırpışlarından sonsuz haz duymaktır, onu gittiği her yerde özleyeceğini de bilmektir. Onun kendisinden uzaklaşmasına üzülmek değil, gerçeğe uçmasına, hakikate yaklaşmasına sevinmektir...

"Beni bırakıp nereye gidiyorsun?" demek değil, "gittiğin yerlerde dualarımla seni koruyacağım" diyebilmektir.

Sevmek; acı çekmektir, paylaşmaktır...

15 Mayıs 2010 Cumartesi


"gözümden öpme, ayrılıktır" derdin. öpmedim ayrılmadık mı? uğursuz diye firuze yüzüğünü denize attın; mavi taş deniz kızında kolye, sen beni sattın. yeni ay görünce yüzüne bakardım; göz bebeklerimde sen vardın. leyleği havada görmek için seninle yeryüzünü unuturdum. hasret kurşunu ile dün dört karga vurdum... güvey duvağı görmezmiş düğünden evvel, şimdi ellerin bile bana el. evliya bahçesinde nar ağacı; dalına gönlümden çile bağladı, eski nemli dualarıma ağladım. helva dağıttım öksüzlere kandillerde. sen ordasın ben yaban illerde. "gözümden öpme, ayrılıktır" derdin. öpmedim. ayrılmadık mı?"

14 Mayıs 2010 Cuma

yalnız "cuma" günleri..


şu konuda hem fikiriz.. sevgilisinden ayrılanlar için haftanın en hüzünlü günü "cuma"lardır.. bazı zaman, insanın en yalnız günü "o" gün olur çünkü.. onunla beraberken, her cuma, iş çıkışı, onunla planlar yapılmıştır. her cuma, istisnasız, sevilen mekanda rakı içilmiş, dünyaya en az bir kadehlik sövülmüş ama yine de kahkahalar çıkmıştır dudaklardan.. ve ağızlar birbiriyle hep "sevmek" için buluşmuştur.. - hatırlar mısın gülüşünün bittiği yerden öptüğümü?-


ne zaman ayrı düşülür yârdan.. o zaman yetim kalmıştır tüm cumalar.. iş çıkışı, evinize çıkan caddeleri karıştırırsınız.. bildiğiniz sokaklarda kaybolur, bilmediğiniz tüm yüzlere dikkatle bakarsınız.. .. belki o'dur diye.. her bir yüzü, kaşı, gözü tek tek incelersiniz.. hele, onunla ilk kez buluştuğunuz yerden geçerken.. işte o zaman bir ateş düşer yüreğinize.. sanılır ki, ömür kısalmaktadır o yangında..


sonra bir kaç satır düşer aklınıza.. der ki şair,

"sardunyalara su vermekle unutamadığımız şeymiş aşk,
alnından bir günaydın gibi düşürdüğüm sabah,
sağ yanımda unuttuğun keder"

"o" günden sonra, bir daha sağ tarafınıza yatamazsınız..

geçmiş olsun..

13 Mayıs 2010 Perşembe

Günlük

karanlık iner bu gece şehrime. gökyüzü bağırırcasına yırtar yakasını. annemin bahçesindeyim. her sey gümüşten ve ayaklarımın altı alabildiğine yeşil. sessizlik var şimdi uzunca. öyle derin bir sessizlik ki, delirdiğimi düşünüyorum bazen bu karanlıkta ve içimdeki sarhoş yalnızlıkta. bizim evin önünde uzun bir yol var denize çıkan. sahilde gençler geceleri yıldızları sayıyorlar, -anımsadım, eski sevgilim "yıldızaltı gülü derdi bana"- gökyüzü öyle temiz, öyle parlak ki, geleceğe vaad edilmiş günler sunuyor sanki sana. oysa sessizlik var bende. uzun ve çığlık çığlığa bir sessizlik. yalnız bir sessizlik. hayal miydi her sey diyorum bazen? ben mi yarattım tüm sevdiklerimi. öyle ki, artık nereye gitsem icimde götürüyorum, kalbimde besliyorum hepsini - kanımla, canımla yani-. yine sessizlik. yine uzunca. boylu boyunca sahili görene kadar. annemin bahçesindeyim şimdi ve artık o bile yetmiyor. sabahı bekliyor, içimdeki biçimsiz korku ve çocukken içinden kuş adlarını ezberleyen bu kız, evet derin uykular icin güneşi bekliyor. ay ve yıldızlar annemin bahçesinde ama yetmiyor. baska bahçeler hayal ettim ben bize, hepimize, ikimize, ikizime. aslında hiç biri yoktu ve hiçbir zaman olmadı belki.. ne yazık ki içimdeki sessiz yalnızlık dışında kimse bilmiyor..

26 Haz 09

"Sessiz düet, silahsız düello.."

... “Aşkla incitilmiş bir çocuğun göz renginin kör olduğunu, en çok buna inananlara inandığınızı, cebinde yanık merhemi taşıyan âşıklara ilgi duyduğunuzu, aşkın en çok sokakta gerçek olduğunu, birini sevmenin hakikaten yürek istediğini bağırdığınızda sesinizin, bir benzerinize çarpıp yankılandığını duyacaksınız (...) Bir kelebek sayılı günlerinde uçmayı öğrenemiyorsa pes etmeli... Belki güzel bir çiçeğin dibinde ona kendisinden renkli kanatlarını gösterir. Kim bilir, çok sevdiği ve kabul gördüğü bir taşa konup muhabbetle içini ısıtır. Belki de bir kuvvet yükselir ve düştüğü yeri sever son nefesini verirken.”

(syf. 58)

Mektup...


kalbim--küçük aşk suresi kanatlı melek sureti bir çerçeve içi mutluluk ederse--ki eder! sana kalsın “
Sevgili Sen , Duydum ki, kabahati büyükmüş güneşin. Her sabah aynı noktaya geri dönüp aydınlatmaya başlıyor, her akşam aşağı yukarı aynı saatlerde belli yerlerde denize düşüp eriyor, bazı yerlerde ise artık buluttu, dağdı bir şey bulup ardına saklanıyormuş. Kimi otoritelerce kaçıp saklanması kimilerince de aydınlatıyor olması “büyük suç” olarak nitelendiriliyormuş. Öyle ya ışığı karanlığa tercih edenler olduğu gibi, karanlığı ışığa tercih edenler de var ve tüm bu ihtilafın sebebi güneş. Kenarda köşede kalmış parmak izlerini kocaman bir büyüteç olup aydınlatıyor bazen, izlerin parmaklarını taşıyanlar korkuyor. Maskelenmiş yüzlerin arkasını da gösteriyor aydınlığıyla, maske imalatçıları ürküyor. Kaçıp saklanacağı karanlık kalmayan böcekler de korkup kaçışıyor. Bütün bu yaptıkları yetmiyormuş gibi bir de ısıtmıyor mu, kanını kaynatmıyor mu insanın, çiçeklere renk ağaçlara can vermiyor mu, müebbet yese yeridir valla. Gel gör ki dokunulmazlığı “ihtiyaçtan” kaynaklanıyor. Birkaç dakikalık eksikliğinde, dengenin bozulması durumunda olabileceklere dair ipuçları verirken ödünü patlatmış bilim çağı öncesi insanlarının. (sahi tutulmadan hemen sonra deprem olacak mı? –bilim çağı insanı- ) Tencereler tavalar çalınmış, gürültüler yapılmış geri gelsin diye. Adaklar kurbanlar can vermiş yoluna. Savaşlar durdurmuş bir tek hamlesiyle. Bilinmeyenin ürkütücülüğüyle yokluğundan daha fazla üşütmüş insanları. Ah be güneş akıllı uslu duraydın da tutmayalardı ya seni… ne işin olur insanoğlunun kontrolünün dışında kendi iradenle gidip gelmenin. Sana mı kaldı dünyanın dengesi. biz üstünde böyle ter ter tepinip altüst etmeye çalışırken bu mavi gezegeni “azıcık yok olsam mahvolursunuz” tehdidine ne gerek vardı ki… Sen varken de mahvedebiliriz biz kendimizi. En azından aramızdaki perdeyi yırtar daha bir içimize alırız seni.
Atın ölümü arpadan olur bizimkisi de aşırı sevdadan…

"Martı"




nina - bastığım toprağı mı öpüyordunuz? vurmanız, öldürmeniz gerekirdi beni! (masaya doğru eğilir.) o kadar yorgunum ki... biraz dinlensem! dinlenebilsem... (başını kaldırır) bir martıyım ben... yo, değil... aktrisim... öyle değil mi? (arkadina ile trigorin'in dışarıda gülüşünü duyar. silkinir, kulak kesilir. sol kapıya koşarak anahtar deliğine gözünü yaklaştırır.) o da burada demek... iyi... tiyatroya inanmıyordu; hayallerimle alay ederdi hep. ona bakarak ben de inancımı yitirdim; maneviyatım kırıldı... aşk üzüntüleri, kıskançlık da bir yandan... yavrum için korkuyordum hep... miskinleştim, küçüldüm, oyunum manasızlaştı... sahnede düzgün yürüyemiyordum; ellerimi ne yapacağımı bilemiyor, sesimi idare edemiyordum. insan kötü oynadığını hissedince ne acı duyar, bilemezsiniz! martıyım ben.. yo... değil de... şey, siz o sıralar bir martı vurmuştunuz, hatırlar mısınız? yaa!.. böyle işte... gelmiş bir adam, durup dururken, laf olsun diye, yok etmiş kuşcağızı... tam küçük hikaye konusu... gene de söylemek istediğim bu değildi. (alnını uğuşturur.) ne diyordum?.. evet, sahneden bahsediyordum. şimdi öyle değilim artık: gerçek bir artist oldum. şevkle, coşkunlukla oynuyorum. kendimden geçiyorum sahnede... oyunumu, herşeyimi gerçekten güzel, gerçekten değerli görüyorum artık. buraya geleli beri her yanı dolaşıyorum. hem yürüyor, hem düşünüyorum; ruhumun günden güne nasıl kuvvetlendiğini duyuyorum. siz bir şey söyleyeyim mi kostya, bizim işlerde, sahne olsun, yazı olsun, ün, yaldız, kurduğumuz hayaller değil, sabırlı olmak önemli; buna iyice inandım. kaderine katlan, inancını yitirme... şimdi acı duymuyorum artık, ödevimi düşündükçe hayattan korkmuyorum.